Wednesday, May 31, 2006

Kulluğum Sultanlığımdır

Hatırlıyorum, bir tanıdığım 'Niçin namaz kılıyorsun?' diye sormuştu da hemen cevap vermek yerine, başka bir soruyla mukabele etmiştim: 'İlletini mi öğrenmek istiyorsun, hikmetini mi?' Şaşırmış, 'bu ne demek oluyor' demişti. Şöyle bir açıklama yapmıştım: 'İllet, hakiki sebep demektir. Hikmet ise, gözetilen fayda ve menfaat.'

'Şu halde illeti nedir?'
'İlâhî emir, sadece emredildiği için kılıyorum.'
'Ya hikmeti?'
'Saymakla bitmez. Ben, hemen aklıma gelenleri söyleyeyim. Herşeyden önce, cehennem ateşinin kalkanı, kabir azâbının siperi ve cennet kapılarının anahtarıdır. Ebedî saadet, onun sonsuza uzanan bir meyvesidir.
Namaz kalbe gıda, rûha şifa, bedene sıhhat, vicdana ölçü, akla istikâmet, iradeye kuvvet ve duygulara intizam verir.
Namaz, hayatı disiplin altına alır, günahtan korur, manevî kirleri temizler. Ruh, onunla nefes alır, huzur bulur, sükûna erer, Rabbine yönelir. Mânevî yükselişin merdivenidir namaz; bütün ibadetlerin özüdür.
Ancak bunların hiçbiri olmasaydı bile ben namazımı yine kılacaktım. Çünkü, faydalar teşvik edici olabilir, fakat asla hakiki sebep olamaz. Önce istenilmez, belki sonra verilir.'

O zaman söyleyemedim, dostuma şunları da söylemek isterdim:
'Namaz îmânımın ifadesidir, acizliğimin, zayıflığımın, çaresizliğimin, kısacası kulluğumun itirafıdır.
Namaz gözümün nuru, gönlümün gözbebeğidir. Dünyam onunla aydınlandı, hakikatı onun ışığıyla gördüm, diğer varlıkların ibadetlerini onun ilhâmıyla bildim.

Secdedeki zilletimde izzetimi bulmuşum. Allah'a baş eğişim, başkasına baş eğmeyeceğime dair yeminimdir. Alnım yeri öperken, rûhum da beni sayısız ni'metlerle yaşatan rahmet elini öpmektedir.

Namazda ben âlem olurum, âlem de ben olur. Yüce divanda kâinatın sözcülüğünü ederim. Dilsiz varlıklar benim dilimde dile gelir.
Seccade tahtım, secde saltanâtım... ve kulluğum sultanlığımdır.'


Ömer Sevinçgül, Kulluğum Sultanlığımdır

Tuesday, May 30, 2006

Bir aksam vakti..

Gun batimini seyreylemek icin Londra'nin Camlica'ya benzer parkina gittim aksam uzeri. Ancak direksiyon basinda kendimi kaptirip guzel evleri ve agaclari gordukce; bu yola da gireyim, su yola da gireyim derken vakit gec olmus..Kacirmisim gunesi..

Bu yol ormanin derinliklerine goturuyor.. Vakit gec ve hava serin oldugu icin gorunen yolu kullanmadim..

13 sene once oturdugumuz evin onunden gectim. Nostalji yaptik.. O zamanlar her gun kullandigimiz eski eve giden yol..

2.5 sene yasadigimiz evin dis cephesi..Cati katinda oturuyorduk.. Agaclardan pek belli olmuyor..


Londra'da mektup gondermek icin postaneye gitmeye gerek kalmiyor. Pullarimi onceden duzine ile alir cuzdanimda bulundururum. Zarflari bu resimde gorunen kirmizi posta kutusuna atariz. Gunde 3-4 kere toplanir. Diger kirmizi ise; elimi ayagimi yerden kesen arabam..

Sunday, May 28, 2006

İstanbul’un Fethi (Fethin 553. yıldönümü)


İstanbul fethedilecektir. O günkü adıyla “Konstantiniye” muhakkak Müslümanların eline geçecektir. Hâkim, Müstedrek’inde Allah Resûlü’nün bu haberini naklederken, bu mu’ciznûma ihbarı: لَتُفتحَنّ القسطنطينية فلَنِعْمَ الأمير أميرها ولنعم الجيش ذلك الجيش “Konstantiniye elbet birgün fetholunacaktır; onu fetheden asker ne güzel askerdir; ve onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır.” cümleleriyle verir.

Hemen her devrin büyük kumandanları ve cihangir bahadırları, hem de tâ sahâbe devrinde başlayarak, bu kutlu habere mâsadak olmak için defalarca İstanbul’a kadar gelmiş ve geriye dönmüşlerdir. İşte Ebu Eyyûb el-Ensârî de o gelip dönenlerden geriye kalmış İstanbul’un bağrında, İstanbul’un gerçek değeri bir inci gibidir. Ben burada herkesin mâlûmu olan bazı hususları tekrar etmekten hem sıkılıyor, hem de zaman israfı sayıyorum ama, yine de hicap duya duya bir-iki hususu arzetmeden geçemeyeceğim:
İstanbul fethedildiği gün surlara çıkıp, sancağını diken Ulubatlı Hasan, sıradan bir nefer değildi; o Enderunda yetişmiş bir zabitti ve aynı zamanda Fatih’in ders arkadaşıydı.

O devrede onlar birkaç kişiydiler. İstanbul’un ilk kadısı Hızır Çelebi, Ulubatlı Hasan ve bir de Cihan fatihi Muhammed Han Hazretleri bunlardan sadece üçü. Beraber okumuş, beraber yetişmiş ve aynı ders halkasında talebelik yapmışlardı.

Ulubatlı, surlar aşıldığı gün vücudu bitevî delik deşik olması pahasına, surlara çıkmış ve pek çok yara bere içinde olmasına rağmen bayrağı surlara dikmeye muvaffak olmuştu. Bir müddet sonra da Fatih bu levendin başı ucundaydı. Ulubatlı, son anlarını yaşıyordu. Dudağındaki tebessüm Fatih’i hayrete düşürmüştü. Sordu: “Niçin tebessüm ediyorsun?” Cevap verdi: “Biraz evvel buraları Allah Resûlü teftiş ediyordu. O’nun gül cemalini gördüm. Sürûrum bundandır..”

Dokuz asır evvel haber vermişti. Dokuz asır sonra da orayı fethedecek ordunun içinde bulunuyordu. Ben de, buna itimaden, hep diyorum ve hep diyeceğim: “Üç-dört kişi dahi olsa, samimi bir kalple, dine hizmet için bir araya gelseler; muhakkak Allah Resûlü’nün ruhâniyâtı orada hazır olacak, onları ve orayı şereflendirecektir.


İşte, İstanbul’un fethi de sıdkın diğer şahitleri misüllü Allah Resûlü’nün doğruluğunu gösteren delillerden biri olduğu gibi, Ebû Eyyûb el-Ensarî de bu şehadetin inandırıcı ayrı bir şahidiydi; zira orasının fethedileceğini ilk duyanlardan birisi de oydu.. ve onun içindi ki, tâ Medine’den kalkıp gelmiş ve cesedinin İstanbul’a defnedilmesini vasiyet etmişti.

Kaynak

Konu ile ilgili diger yazilar;

Fetih Ruhuna Kusanmak

Fetih

Saturday, May 27, 2006

İstanbul'un Fethi İstanbul'un Türkler tarafından fethedilmesi dünya tarihinin en önemli olaylarından biridir. Çünük bu fetihle Bizans imparatorluğu ortadan kalkmış, ortaçağ kapanarak yeni bir çağ açılmıştır. 1071' tarihinde kazanılan Malazgirt zaferinden sonra Anadolu Türk ve İslâm yurdu olmuş, Osmanlı Devletinin kuruluşundan sonra da Trakya ile Balkanlar Türk hakimiyetine geçmişti. Türkler hakim oldukları ülkeleri emperyalistler gibi sömürge yapmamışlar, idare ettikleri yerlere ilim ve medeniyet götürmüşler, ülkeleri adaletle yönetmişler, başka dinlere mensup halkın dini inançlarına saygılı olmuşlar, kimseye zulüm ve haksızlık yapmamışlardır. Bu yüzdendir ki Türklerin yönetimindeki ülkelerde değişik dinlere mensup insanlar, yüzyıllarca huzur ve güven içinde yaşamışlardır. Anadolu, Trakya ve Balkanlar Türk idaresinde olduğu halde İstanbul surları arasında sıkışıp kalan Bizans imparatorluğu, Osmanlı devletinin güvenliği bakımından tehlike oluşturduğu gibi ülkenin toprak bütünlüğüne de zarar veriyordu. Bizanslıların Osmanlılar aleyhindeki faaliyetleri İstabul'un fethedilmesini zorunlu hale getirmişti. Esasen Peygamber Efendimiz İstanbul'un fethedilerek müslümanların eline geçeceğini bildirmiş ve onu fethedecek olan komutan ve orduyu övmüştü. Bu sebeple İstanbul'u fethetmenin müslümanlar için büyük önemi vardı. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur: «İstanbul elbette fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.» (144) Peygamberimizin gösterdiği bu hedefe ulaşmak ve müjdelediği kişi olabilmek için pek çok islâm kumandanı İstanbul'u kuşatmış, fakat almayı başaramamıştır. İşte genç yaştaki Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, hem Peygamberimizin müjdelediği şerefi kazanmak, hem de devletin güvenliği için tehlike olan Bizans imparatorluğuna son vermek amacıyla İstanbul'u fethetmeye karar verdi. O güne kadar görülmeyen toplar döktürdü. Ordusunu çağın en gelişmiş silahları ile donattı. Bütün hazırlıklar yapıldıktan sonra 6 Nisan 1453 günü İstanbul'u kuşattı. Fatih, Bizans impartoruna elçiler göndererek: Şehrin kuşatıldığını, Türk ordusunun çok kuvvetli, hükümdarın azimli olduğunu ve teslim olmaktan başka çarelerinin bulunmadığını bildirdi. İmparator teslim olmayı kabul etmedi. Bunun üzerine Türk ordusu hucüma geçti. Fatih, o güne kadar hiçbir savaşta görülmeyen ve kimsenin aklına gelmeyen bir plân uyguladı. 72 parça gemi bir gecede karadan yüzdürülerek haliç'e indirildi. Bu durum karşısında Bizanslılar şaşırıp kaldılar. 29 Mayıs 1453 salı günü sabah erkenden kalkan Fatih Sultan Mehmet, ordusu ile beraber sabah namazını kıldı ve ordu hucüma geçti. Ulubatlı Hasan adındaki bir kahraman otuz arkadaşı ile surlara tırmanmaya başladı, 18 arkadaşı şehit düştü, fakat o, kalan diğer arkadaşları ile savaşmaya devam etti. Ulubatlı Hasan bir elinde kılıç, öbür elinde sancak olduğu hade nihayet Sur'un üzerinde tutundu ve sancağı oraya dikti. Ancak düşman tarafından atılan oklarla diktiği sancağın dibinde şehit oldu. Hasan şehit oldu ama diktiği sancak surun üzerinde dalgalanmaya devam eti. Onun ardından gelen Türk askeri birçok noktadan surları aşarak dalgalar halinde şehre girdiler. Sancağı surlara dikmeyi başaran ve onun dibinde şehit olan Hasan'ın vücuduna 30-40 kadar ok saplanmşıtı. Fatih Sultan Mehmet, Hasan'ın yanına geldi, başucunda dua okudu ve yanındakilere: -"Eğer sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim." dedi. Fatih öğle saatlerinde, yanında ileri gelen komutanlar ve bilginler olduğu hade muhteşem bir alayla İstanbul'a girdi. Böylece nice ordulara geçit vermeyen surlar, Fatih'in sarsılmaz inacı ve askeri dehası önünde çöktü. Çünkü Fatih'in ordusu, iman ile tekniği birleştiren bir ordu idi. Böyle güçlü bir ordu karşısında Bizans daha fazla dayanamazdı. Peygamberimizin müjdelediği İstanbul'un fethi, Fatih Sultan Mehmed'e ve O'nun kahraman ordusuna nasip oldu. Bu şerefi Türk milleti kazandı. İstanbul'un fethedilmesi ile Bizans imparatorluğu yıkılmış ve ortaçağ kapanmıştı. Artık bundan sonra Yeniçağ başlamış oluyordu. Fatih, İstanbul'a girince hristiyanların can, mal ve namuslarının güven altında bulunduğunu ve din hürriyetine sahip olduklarını ilân etti. İstanbul, fethedildikten sonra, kubbeler ve minareler şehri haline geldi. Bir ilim ve kültür merkezi oldu. Yüzyıllarca Osmanlı imparatorluğuna başkentlik yaptı. Bugün de Türkiye'ni en büyük şehri olan İstanbul, muhteşem tarihi eserleri ve coğrafi konumu itibari ile dünyanın incisi durumundadır. Ortaçağı kapatıp Yeniçağın açılmasını sağlayan İstanbul'un fethi, her yıl 29 Mayıs'da törenlerle kutlanmaktadır.

Friday, May 26, 2006










Kiz kardesimin balkonundan laleler..
Rengarenk gok taci..
Park yolu..

Tuesday, May 23, 2006

Gerenimoo

Dun dinledigim haberlere gore rafting sezonu acilmis.
Burada rafting yapma imkani olmadigindan ben de ispanyolca sezonunun acilisini yapmak istiyorum ;))

Bienvenido..

Sunday, May 21, 2006

Hadis-i serif

"Kim insanlarin kalbini cekmek icin (yani Allah'in rizasini esas maksat yapmayip, oncelikle kullarin ilgi, sevgi ve ovgulerini elde etmek gayesiyle) kelamin kullanilisini (soz soyleme ve yazma sanatini) ogrenirse, Allah Teala kiyamet gunu boyle bir kisiden ne farz, ne de nafile hicbir ibadetini kabul etmez!" [Ebu Davud, Edeb 94].

Rabb-i Rahim kazanma kusaginda kaybettirmesin. Hic beklemedigimiz hatalarla hasenatimizi iptal etmesin. Ici bos sozlerimizle, ici dolu fiilerimizin icini bosaltmasin. Amin.

Kalp Mucizesi



Dunyanin en taninmis tablolarina bakiniz. Uzerinde ressamin imzasini goreceksiniz. Insani hayran birakan sanat eserlerini, mesela bir camiyi inceleyiniz. Uzerinde onu yapan mimarin ismini bulacaksiniz. Iste insan da, bu kainatin en muhtesem sanat eseridir ve kendisini yaratan yuce sanatkar'in imzasini mutlaka tasiyacaktir. [Dr. Haluk Nurbaki]


Kalbimiz Dursa Ne Olur?
Veya insanlar kalpsiz olursa ne olur?


Bu iki soruyu her insan kendisine sormalidir. Cevap zor degil; birisi olume, digeri de bunalima goturur.


Rabbim iki turlu kalp yaratmistir. Biri maddi digeride manevi kalptir. Bu mucize organ bizim herseyimiz, en mukemmel sekilde calistiran Rabimize ne kadar sukretsek azdir.


Kalbi bir et parcasindan ibaret gormek ne buyuk bir hatadir. Kalbin maddi bedenimize hayat verdigi gibi manevi duygu ve hislerede onculuk eder.


Uzuntu, elem, sevgi, nese gibi etkiler, sinir sistemi ile beyine iletilir, fakat bunlarin tezahurleri, yankilari ve kisinin bu olaylara tepkisi cok farklidir.


Kalbi yipratan ve omrunu kisaltan, uzuntu keder, stres ve zararli alisknaliklar oldugu gibi, kalbi besleyen de sevgi, hosgoru, inanc ve tevekkuldur.


Unlu ruh doktoru Prof. Mazhar Uzman'in ifadesiyle : "Inanc sinirleri ve kalbi koruyan bir zirh gibidir"


Bu organi vucudumuza en mukemmel sekilde takan ve calistiran zati tanimamak, O'nun mesajlarini dinlememek cok vahim bir hata olmalidir.

Friday, May 19, 2006

Hoca efendi ve Kız çocuğu

Tebessum ettirecek bir video.

Sunday, May 14, 2006

"seven insan n'eylesin?"

"Merdüm-i dideme bilmem ne füsûn etti felek
Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek
Sîrler pençe-i kahrimdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek "


Cihan padisahi Yavuz Sultan Selim, Sam yakinina otagini kurdurarak burada üç ay kadar kalmis. Bir Türkmen kizi da, zaman zaman padisahin çadirina gelerek, otagin temizlik islerini yapar, hünkâr çadirini tertibe ve düzene sokarak siradan gündelik islerle mesgul olurmus… Yine bir sabah temizlik için geldiginde, Sultan Selimi görmüs. Türkmen güzelinin gönlü sultana, su gibi anîden akiermis gönlünü kaptimis ona.- Hani kalbin, her an bir halden baska bir hale geçmek, gibi anlamlari da vardir ya- Zamanla kalbinin içini, ince bir sizi sarmis genç kizin ve baslamis kalbi için için göynümeye.


Bir gün, gözü, hünkâr çadirinin diregine ilismis. Diregin üst kismina askin gücü ona, söyle bir satir yazma cesareti vermis:


"Seven insan neylesin”


Yavuz Sultan Selim, otagina yatmaya gelince, birden direkteki yaziyi fark etmis,” Bu da ne ola ki” diyerek uzun bir muhakemeden sonra, bir vehim ve bin endise derken… Almis eline kalemi söyle bir satir da o düsmüs ayni direkteki dizenin altina. "

"Hemen derdin söylesin.”


Türkmen kizi, ertesi gün gelip baktiginda otagin diregine, sevincinden aglamis, o küçücük kalbi heyecandan gögsüne sigmaz olmus, yer de onun olmus âdeta gök de… Fakat koskoca cihan sultanina ilân-i askta bulunmanin, atesle oynamak, ates girdabina bilerek atlamak gibi ölümcül bir tehlikesi de varmis. “Varsin olsun bu ask, buna deger diye düsünmüs.” Aldigi mesaji heyecanla hemen cevaplandirmaktan kendini alamamis ama yine de içinde bir korku kurdu varmis ki genç güzelin, yüregini her gün dis dis, burgu burgu kemiren... Askin gücü, zoru ve korkuyu nefes nefes yasayan o gencecik yüregin imdadina yetismis derhâl. Bir satýr daha yazmis ayni direge

“Ya korkarsa neylesin”

Yavuz sultan selim, aksam, çadira döndügünde, not düstügü direkteki satir gelmis aklina. Bakmis ve okumus ki askin heyecanin ve korkunun karistigi, tezat dolu sözcüklerin bulustugu satirlar, bir mizrak gibi durmakta karsisinda. Hemen o satirin altina bir misra daha eklemis, aska yenik düsen koca padisah:

"Hiç korkmasin söylesin.”

Bir askin bulusan, karmasik ve bulanik duygulari söyle dizilmis diregin üzerine:

“ Seven insan neylesin Hemen derdin söylesin Ya korkarsa neylesin Hiç korkmasýn söylesin”

Sabahin olmasini sabirla beklemis padisah. Seher vakti sirdasi Hasancan’i çagirtmis, derhâl bir emir vererek:
” Biz dahi merak edip onu görmek isteriz tîz elden bu kizi huzura getirin.”
Emir derhâl yerine getirilmis ki Ahu gözlü, endami hos, alimli, nazenin, ceylân gibi bir Türkmen güzeli… Hünkârin emriyle derhâl bir dügün alayi tertip edilmis. Eglenceler, yemeler içmeler… Dügünün son gecesi, sirlarla dolu bu askin bilmecesi kader-i ilâhî tarafindan çözülmüs, Çözülen bu kara baht çikinindan yayilan aci haber, saskina çevirmis herkesi, yer gök âdeta üzüntüye, mateme bogulmus. Ahu gözlü Türkmen dilberinin
”Selim” diye çarpan saf ve küçük yüregi, bu büyük cihan sultanin askindaki sirri kaldiramamis ve birden duruvermis. O çadirin diregi, bu olayin canli fakat ketum sahidi olmus asirlardir. Bu dünya hayatinda vuslat nasip olmadigi gibi o gencecik yürege, buna fani alemde bir çare de bulunamamis. Bu hazin gönül çarpilmasinin ve gönül yangininin sonunda derler ki:
“ Koca hünkâr, aglamis” ve Türkmen kizina yaptirdigi mezarin mermer tasina, su dörtlügü kazdirarak, dünyaya, askin gücünün karsisindaki çaresizligini en güçlü ordulari yenen koca hünkâr söyle haykirmis:

“ Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek Sîrler pençe-i kahrimdan olurken lerzân Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek.”

Bilmem ki gözlerime felek nasil bir büyü yapti ki Gözümü kan içinde birakti, askimi artirdi Benim pençemin( gücümün) korkusundan arslanlar(bile) titrerken Felek beni bir ahu gözlüye esir etti.

Friday, May 12, 2006

Guzellik..

“Afitâb-ı hüsn-ü hûbân akıbet eyler u ful, Ben muhibb-i la yezâlim “la uhibbü-l âfilîn.”
dedirtirler.


Güzel yüzlerin güzellik güneşi sonunda batar gider. Ben fani güzelleri değil, batmayan ve sonu olmayan güzeli severim.

Wednesday, May 10, 2006

Akrabalik adlari

Sehnaz blogunda "kuzen" tabirini sevmediginden bahsetmis..Ona katiliyorum, erkek ve kizlara ayni sekilde kuzen denmesi bana garip geliyor..

Sevgili halazadem (Ryu) gecenlerde bu konu hakkinda Hakki Devrim'in kosesinden bir alinti yazi ile konuya aciklik getirdi..Mercy kuzencigim ;) Ay sey pardon, halazedecigim :P

Akrabalarimiza nasil hitap etmemiz gerekiyormus, bakalim..

Dil Yâresi Kuzen, Fransızca «Teyze, dayı, hala, amca çocuğu» demek; erkek çocuk. Kız ise kuzin, denir.
Bizde, İstanbul Türkçesi'nde diyelim teyzezade, amcazade... denirdi.
Halk arasında teyzekızı, emmioğlu.
Monşerce kuzen, kuzin. Yeğen kelimesi öncelikle kardeş çocuğu, demek. Sözlüklerden bu kelimeye «teyze-dayı-hala-amca çocuğu» anlamını da yükleyenler var. (Benim yakın çevremin benimsediği bir anlam tarifi değil.) Türkçe ki akrabalık adları açısından dünyanın zengin dillerinden biridir. Yalnız bu konuda nedense bir tutukluğu var.

Sehnaz bundan boyle kuzen kelimesini daha az kullanabilirsin ;)

'Dusunce'ye Hapis!

Yazar Mehmed Şevket Eygi, Savcı’nın ‘beraat’ istemesine rağmen 1 yıl hapis cezasına mahkûm edildi. Ceza ertelenmedi.AB uyum yasaları ile “düşünceye özgürlük” geleceğini iddia eden AKP hükümeti döneminde, düşünce yine mahkum edildi. Gazetemiz Yazarı Mehmed Şevket Eygi, 20 Mart 2005 yılında Gazetemizde yayımlanan ‘Gayret ve Hamiyet Kalmadı’ başlıklı yazısından dolayı Bakırköy 2’nci Asliye Ceza Mahkemesi tarafından, Savcı’nın beraat istemine rağmen, 1 yıl hapis cezasına mahkûm edildi. Ceza ertelenmedi.

Yazinin devami icin tiklayin lutfen..

Biliyormusun türbanli kadinlar ilgimi cekmeye basladi

Image Hosted by ImageShack.us


Hurriyet’in Genel Yayin Yonetmeni Ertugrul Ozkok basortulu analarimiz, kardeslerimize dil uzatiyor! Bu bir provakasyondur! Bu bir tacizdir, saldiri ve tecavuzdur!

Hurriyet'in web sitesinde cikan haberi tahin blogunda yayinlamis turban ile basortusunun farkini detayli anlatmisti.. Meger okudugumuz yazi ondan ibaret degilmis!

Once Demirel, "basortululer Arabistan'a gitsin" dedi.. Ardindan Hurriyet'in basyazari Casanova'larin ortululere karsi duydugu 'ilgiyi' kosesine tasidi!

Ozkok, Pazar gunu PAZAR YAZISI adli kosesinde yazdigi cirkin yazida ortulu hanimlara dil uzatti.. Bu yazi gazetenin internet sitesinde ayri, Hurriyet’in Avrupa baskisinda ise farkli sekilde degistirilerek basildi..

Web sitesinde gayet masum olan ifadeler..( ki bu ifadeler degistirilmis ) Hurriyet’in Avrupa baskisinda ise hic bir degisiklige ugramadan orijinal haliyle basilmis!

Hurriyet’in internet baskisinda adi gecen yazar, su sekil yaziyor:

Geçenlerde uzun yıllardan beri tanıdığım bir arkadaşımla sohbet ediyorduk.

"Biliyor musun, türbanlı kadınların psikolojisini merak ediyorum" dedi.

Son zamanlarda başka arkadaşlarımda da buna benzer ilginin yükselmekte olduğunu görüyorum.


Avrupa baskisinda yayinlanan ayni yazinin, orijinal degismeyen kisminda ise aynen soyle diyor;

Geçenlerde uzun yıllardan beri tanıdığım bir arkadaşımla sohbet ediyorduk.Hadi biraz daha ayrıntı vereyim.

Kadınlarla ilişkisi Casanova sınırlarında dolaşan bir arkadaşım."Çapkın" kelimesini çok banal ve aşağılayıcı bulduğum için, evrensel bir benzetmeye sığındım.

"Biliyor musun, türbanlı kadınlar ilgimi çekmeye başladı" dedi.Son zamanlarda başka arkadaşlarımda da buna benzer ilginin yükselmekte olduğunu görüyorum.



Bu haysiyetsizliktir!

Sen kimsin?

Senin ‘bir arkadasim’ dedigin o karnaval cocugu kim? Oyle biri var mi? Yoksa sen mi oylesin ?



Gazetenin Turkiye baskisini yukaridaki resimde goruyorsunuz, Avrupa baskisinin ve internette yayinlanan yazi asagida linkte..Duyarsiz kalmayalim! Tepkimizi gosterelim..

Sitelerinde yayinlanan ve degistirilen yaziyi okumak icin TIKLAYIN

Avrupa baskisinda yayinlanan yazi icin TIKLAYIN

Bu alcakca hakareti sitelerinden protesto eden ve duyuran dostlarimiz.. TIKLAYIN

Monday, May 08, 2006

Sağa Yatarak Uyuma

Bir tarafa yatarak uyuma durumunda, yatılan yöne bağlı olarak burun deliklerimizin birisinin tıkanırken, diğerinin açıldığı ve solunumun açık olan burun deliğinden yapıldığı araştırmalarla belirlenmiştir. Ayrıca nefes alınan burun deliği ile beynin yarımküreleri ve sempatik-parasempatik sinir sistemleri arasında da bir münasebet olduğu, çalışmalarla gösterilmiştir. Sağ tarafa yatılması durumunda, sağ burun deliği tıkanmakta, sol burun deliği açılmaktadır.

Sol burundan yapılan nefes alma ile sağ beyin yarımküresinin aktivitesi artar. Sağ beyin yarımküresinin uyarılması, parasempatik sinir sistemimizin faaliyetlerini artırmasına, kalb hızımızın yavaşlamasına, tansiyonumuzun düşmesine ve mide-bağırsak faaliyetlerimizin yavaşlamasına vesile olur. Dolayısıyla kalbimiz daha az yorulur, uykuya dalmamız daha kolaylaşır, bu da istirahatimizin daha iyi olmasına imkân sağlar.

Diğer yandan sol tarafa yatılırsa ne olur? Sol burun deliğinin tıkanması ile birlikte sağ burundan nefes alınması, sempatik sinir sisteminin faaliyetlerinde artışa yol açar; bu durumda kişi heyecanlanmış gibi olur ve kalb atışlarındaki hızlanma ile kalb daha da yorulur. Bu yüzden uykuya dalma zorlaşır. Çünkü kalb atım hızının, tansiyonun, heyecan ve dikkatin artması uykuya engel olabilir. Sol tarafımız üzerine uyumada ise vücudumuz daha çok yıpranacaktır.

Sırtüstü veya yüzüstü yatınca durum ne olacaktır? Yüzüstü yatmak zaten uzun süre mümkün olmadığı gibi Efendimiz (sas) tarafından da uygun görülmemiştir. Kalb, akciğerler ve mide bu durumda baskı altında olduğu için, ciğerlerimiz ve midemiz sıkışıp rahatsızlık verebilir. Sırtüstü yatıldığında ise bu rahatsızlıklar olmayabilir. Ancak uykuya dalmada gecikme olabilir. Bu durum da vücudun tam dinlendirici bir uykuya geçmesine ve dinlenmesine engel olabilir. Çünkü bu durumda gündüz olduğu gibi iki burun açık olacak ve parasempatik sistem uyarılamayacaktır. Ayrıca sırtüstü yatılması durumunda mide ve bağırsakların fonksiyonlarını gerçekleştirmesi biraz daha zorlaşacaktır.

En faydalı ve belki de en az zarar görebileceğimiz bir yatış pozisyonun Yüce Rehberimiz’in (sas) bize tavsiye ettiği ‘sağ yana yatarak ve ayakları vücuda doğru çekerek uyuma’ şeklinde olduğu hakikati ilmî araştırmalarla ancak bugün doğrulanabilmektedir. Bu yatış şeklinde hem mide ve bağırsaklar korunmakta, hem de sindirimin daha kolayca tamamlanması mümkün kılınmaktadır.

Kâinatın Efendisi (sas) bir düstur olarak yemek yedikten hemen sonra uyunmamasını ve uyku için de sağ tarafa yatılmasını bize bildirmektedir. Kaldı ki, bu şekilde bir yatışın anne karnında aylarca büyütülen bir bebeğin pozisyonuna benzer olması da bunun fıtrî bir yatış tarzı olduğunu gösterir. Çünkü bebek anne karnında büyütülüp geliştirilirken, kemiklerinin üzerine yerleştirilen kasları kasılmamış orijinal hâlindedir. Doğumdan sonra ise her türlü hareketimiz bu kasların kasılmasıyla olur. Kaslarımızı en iyi dinlendirmenin yolu ise ilk yaratılış hâlimizi almamızdır.

Bununla beraber Kur’ân-ı Kerim’de Âl-i İmrân (3/191) ve Kehf sûrelerinde (18/18) geçen ayetlerde, insanların her iki yanları üzerinde yatarken de Allah’ı anabileceklerinin ve ayrıca uyku sırasında zaman zaman sağa-sola döndürüldüklerinin anlatılmasından, sola yatmanın da yasaklanmadığını, sağa yatmanın, ilk yatış şekli olarak tavsiye edildiği anlaşılabilir.

Sizinti

...



Okyanusun devirici dalgalari, onun derinligindeki dinginligini, emniyetini sarsamiyor ise;
Allah'a imani koklu olan kisinin yasadigi dert ve sikintilar da onun ruh dinginligini sarsamaz!

"Her sey,
Her sey su tek mujdede;
Yoktur olum, Allah diyene!
Canim kurban, basi secdede,
Iki buklum, Allah diyene!.."

(N.Fazil Kisakurek, Cile/Allah Diyene)


HasbünAllahü ve nimel-vekil, nimel-mevla ve nimen-nasir. Gufraneke Rabbena ve ileykel masir.

Allah bize yeter; o ne guzel vekildir, O ne güzel mevladir, O ne guzel yardimcidir. Rabbimiz! senden affini dileriz, zira donus, ancak Sana'dir.

Sunday, May 07, 2006

Sami Yusuf-Anam


Sami Yusuf
Video sent by cordial

99 Esma 99 Dua..

Esmâ-i hüsnâ bir mehtaplı gecede görünen güzelliğin arkasıdır. Esmâ-i hüsnâ, herkesin gördüğünü görmekten fazlasıdır. Esmâ-i hüsnâ aynalar aynasıdır. Esmâ-i hüsnâ bir mim faslıdır. Esmâ yoksa, eşya hiçbir şeydir; hiiiç! Mim'li esmâların sonsuz güzelliğinin kıyısına hoş geldiniz.
* * *
Adamın biri her mehtaplı gecede, alır başını deniz kıyısına gidermiş. Döndüğünde çevresindekiler ona şu soruyu sorarlarmış: 'Ne gördün? '
'Dünya güzeli deniz kızları gördüm, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlardı' dermiş her defasında.
Bir gece yine tek başına deniz kıyısına vardığında, gerçekten dünya güzeli deniz kızları görmüş, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlarmış. Döndüğünde çevresindekiler yine sormuşlar: 'Ne gördün? '
'Hiiç' demiş. 'Hiiç bir şey.'

* * *

Biz "Esma Medeniyeti"nin çocukları; baktığı, dokunduğu, düşündüğü her şeyde Esma ile bir şekilde irtibat ve alaka kuran, Esma eksenli yaşayan ve tefekkür eden bir medeniyetin çocukları olduğumuzu unutmuş gibiyiz şimdilerde. Bu yüzden hayatımız cansızlığa, hayretimiz şaşılığa, umudumuz kararsızlığa, tefekkürümüz malumatfuruşluğa dönüşmüş durumdadır...(Eserin Arka Kapagindan)

Gaffar
Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayandır.
(Nuh, 10)

Gizli pişmanlıklarımı bilen Sensin.
Gözyaşlarıma değer veren Sensin.
Sen dilediğini bağışlar ve affedersin.
Rahmet denizini bulandırmaz cümle günahlar.

"Biz bilmeyiz; Sen bildirirsin; Sen bildirdiğin için biliriz."

Senai Demirci'nin yorumu Engin Noyan'in sesinden...

Dinlemek icin tiklayin lutfen..

Tuesday, May 02, 2006

Ceddin deden

Ceddin deden, neslin baban
Hep kahraman Türk milleti
Orduların, pekçok zaman
Vermiştiler dünyaya şan.

Türk milleti, Türk milleti
Aşk ile sev milliyeti
Kahret vatan düşmanını
Çeksin o mel’un zilleti.

Dinlemek icin tiklayin lutfen..

Monday, May 01, 2006

Konferans


Dun aksam Euston’da Dialogue Society’nin hazirladigi ‘Holy Birth” yani “Kutlu Dogum” Programina katildim. Programim amaci yabancilara Peygamber Efendimiz Alyhisselami tanitmakti..

1000'den fazla kisinin katildigi programa yabancilar cok ragbet gostermisti.. Konusmacilarin hepsi muslumanligi secen yabanci akademisyenlerden olusuyordu..



Ilk konusmaci, ABD'den konuk olan, Institute of Interfaith Dialogue advisor (danismani) Ms Cheryl Pearson idi.

Islamiyet ile 10 sene once sereflenen ve simdiki adi Betul olan Pearson’in konusmasini cok begendim. Ses tonundan anladigim kadari ile ozellikle Efendimiz Aleyhisselamdan bahsederken sanki onun yasadigi zamana yolculuk ediyor, hissettigi duygular sesine yansiyordu.

Konusmasinda genel olarak tum peygamberlerin gonderilis gayesini, mucizelerini, teblig metodlarini, peygamberlerin yuksek derece merhametlerini, en onemli ozelliklerini, hem kendi hem diger kavimlere ne kadar sefkat gosterdiklerini anlatti. Konusmasinda ana nokta Peygamber Efendimiz Aleyhisselamin sunneti idi..

Peygamberlere ruhani melek denmemesi icin sadece insanlara degil butun alemlere gonderildigini anlatti. Suleyman Aleyhisselamin hayvanlarla icli disli olusu, Davud Aleyhisselamin demirci olusu orneklerini verdi..

Nuh Aleyhisselamin gemisini anlatti. Nuh Aleyhisselamin gemi yapma gibi bir kabiliyeti yokken, Allah'in (c.c) bunu ona ogretmis oldugudan bahsetti.

Dr Asaf Hussain, Leicester universitesinde calisan bir akademisyen.

Konusmasinin ana fikri; her muslumanin uygulamasi gereken bir eylem olan “critical thinking” idi. Islam dunyasinin bu dusunceye sahip olmasinin sart oldugunu soyledi. "Muslumanlari disaridan yok etmeye calisanlari tanimak, anlamak ve tepki gosterebimek icin kritik dusunceye sahip, dusunce strajesini bilen muslumanlar olmamiz sarttir" dedi.

Konusmasindan bazi cumleler:

Islamiyetin dusman olarak tanitildigi bu zamanda muslumanlar ilimle yasamali, cehaletle degil.

Ilim, bilgi guctur.

Ilim Cin'de de olsa gidip ogrenin diyen dinin mensuplariyiz. Ama bu muslumanlar tarafindan uygulaniyor mu?

Batiyi taklit eder, kendi kimligimizi unutursak onlar gibi dusunmeye yasamaya basalariz.

Islam sivil toplum anlayisini yaratmistir.

Islami bir dag yaratirsak herkes bu dagin suyuncan icer, faydalanir.


Dr. Williams, University of Central England’da senior lecturer&subject leader. 30 sene papazlik yapan Williams 3 sene once musluman olmus.

Dr.Williams


Williams da konusmasinda en cok "merhamet" uzerinde durdu. Allahin kainati sevgi ve merhamet uzerine yarattigina, ikisinin ayrilmaz bir butun olduguna degindi. Bir kainata, bir de Efendimiz Aleyhisselama bakildiginda butun ozelliklerin onda toplandigini gorebilecegimizi soyledi. Nasil ki kainatta dengesizlik yoktur, Peygamber Efendimiz Aleyhisselamda da kainattaki gibi bir denge mevcuttur.

O hem %100 komutan, Hem %100 lider, hem %100 aile reisidir. Normal bir insan bunlarin hepsini dengeleyemez. Aile hayatinda duzgun olsa bile siyasette cok dengeli olamaz. Bunu basaran tek kisi Peygamber Efendimiz Aleyhisselamdir.

Peygamberin sesi solugu butun kainati kapliyordu.

Denge acisindan tartildiginda kainattan daha agir gelecektir.

Kainat butun insanlari; ateist, putperest, her din ve irktan insan ve de hayvanlari barindiriyor. Kainatta yasayan agaclar, cicekler ahenk icinde Rablerini zikrediyor ancak insan nankorluk yapiyor ama yine de kainat insani dislamiyor.

Peygamber efendimiz de kainat gibi butun canlilari, varliklari ve kainatin bizzat kendisini ihya ediyor.

Williams'in konusmasinda en cok dikkatimi ceken; Efendimiz Aleyhisselami tarih boyunca en iyi anlayanlardan birisinin Mevlana Celaleddin Rumi, digerinin Fatih Sultan Mehmet oldugunu soylemesi oldu.

Fatih Sultan Mehmet Istanbul’u feth ettiginde diger din mensuplari kendi ibadethanelerini kapatip kaciyordu. Sultan hepsini toplayip “sizin dininize size, bizim dinimize bizedir, birlestigimiz nokta INSANLIK olmalidir” mesajini veriyor.

Bu sekilde sivil toplumlar arasinda dialog kuruyor.

Peygamber Efendimiz Aleyhisselam da Mekke'yi feth ettigi zaman musrikler hatta munafiklar kaciyordu. Efendimiz kacanlari Mekke meydaninda toplayarak “Ey Kureysliler, bugun size nasil muamele etmemi istersiniz? Bugun ben sizi affettim” dediginde oradaki bir cok kisi musluman olmustur.

Bizim Turkler tarihinden utana dursun, 3 sene once musluman olmus Ingiliz, eski bir papaz Fatih Sultan Mehmet’i ogreniyor ve gurur duyarak anlatiyor.




Fetih Marsi..

Yelkenler Bicilecek..

Risaletü'l Hamk'a ve'l-Mugaffilin ..

Kâzım Mızrak'a yazdigim yorum uzun oldugu icin post olarak asmayi uygun gordum..Onun yorumunu alintilayarak dusuncelerimi ifade ettim..

....en büyük korkum, insanları hak etmedikleri şekilde yargılamaktır.

Hic kimseyi yargilamak bizim haddimiz degildir. Biz hatalari soyler, onlari gosterir ve cozum yolu arariz. Ve bizim de korkumuzdur yanlisa dusup insanlari hak etmedikleri sekilde yargilamak. Oz elestirimiz kimseyi yargilamiyor emin olabilirsiniz... Rabbim bizi yanlisa dusmekten alikoysun..Amin..

gayri ihtiyari olarak, öyle bir gaflete düştüğümde pişman oluyor üzülüyorum :(

Pismanlik esasen guzel bir erdemdir. Insanin hatasini anlamasi onu bi daha hataya dusmesini engeller. Gaflete dustugunuzu anlayip pisman olabilme erdemine sahip oldugunuza sizin adiniza sevindim ama cok sukur bahsettigim olayda kendimden emin bi sekilde size sunu rahatlikla soyleyebilirimki pismanlik yasayabilecegim bir yargilamaya gitmedim. Sadece uzuntume binaen olayi dile getirip sizlerle bir paylasim icine girip bir nevi fikir akisi saglamak istedim..

***

- Günün Mana ve Ehemmiyeine Binaen -

- Bu ses dosyasına, postanın içeriği dikkate alınarak buradan link verilmiştir.

Ses dosyasi icin tesekkur ederim..

***

.:.: Dip Not :.:.

Birinci durumdaki şahıstan, Allah râzı olsun; ne mübarek bir insanmış, bize tefekkür yolunu açmış oldu :)


Evet bize tefekkure vesile oldugu dogrudur ancak bunu saglamasi mubarekligi dolayisiyla degil cahillige meyletmis kisiligi sebebiyledir.. Islam da zorlama vardir. Ancak dine girerken zormala soz konusu degildir. Buradan aldigim cesaretle cahil kelimesini kullaniyorum..

Nufusunda musluman gorunen, musluman oldugunu soyleyip kalbi olarak inanmayan Allah c.c'in emir ve yasaklarini uygulayip hayatina gecirmeyen, dinini ogrenip arastirmayan insan cahildir..!

Ayni toplum icerisinde yasayan insanlarin birbirinden, yasayisindan, kultur farkliliklarindan, hayata bakis acilarindan haberdar olmasi gerekiyor. Bu sayede hem taraflarin birbirlerine saygi duymasi saglanarak iyi ve saglikli bir iletisim kurulabilir hemde yasadigimiz inanc icinde sorgulamaya giderek inancimizi yeterince idrak edebilir muhakememizi saglamca yaparak hak yolu bulmamiz kolaylasabilir..

Konusu gecen 1. arkadas 7-8 senedir tanidigim gorustugum birisi. Benim yasantimi, inancimi, fikirlerimi cok iyi bilen biri oldugu icin getirdigi teklif abesle dusuncesizlik, saygisizlik ornegidir..

Saygiyi uygulayamamakta cehalletten ileri gelir..Insanda ancak Rabbini bilerek cehalletten kurtulabilir..

Ben arkadasima hic bir zaman yasadigin hayat yanlis diyerek ahkam kesmiyorum bilakis ona gerektiginde Kuran'in mantigini kavratmaya calisarak kendisine hidayetin yolunu gosteriyorum..

***

Bir insan hata ve yanlış yapsın, yolunu şaşırşın da dünyanın nefsi aldatan yanına nuhabbet etsin:

O düşkünü gören kimse; gücü, hali, vakti nispetince vazifeli bir memur gibi o insanı Allah tarafından uyarmakla (elinden tutmakla, yardımcı olmakla) görevlendirilmiş olur!

O görevli insan, asla kötü söz ile aşağlayıcı olmasın; kalp kırıcı sözler söylemesin; uyarmak gayesi ile keyfe keder vermesin.


Yukarida bu sozlerinizin cevabini verdigime inaniyorum..

***

Birinci durumdaki şahsın yanındayım, ona söz söyleyenlerin de karşısına duracak ilk kişi ben olurum; duymadık demeyin :-/

Yorumlarda da goruldugu gibi hic kimse o sahisa soz soylememis, sadece dua etmis; kimse ne yargilamis, ne asagilamis. Ama siz hala o sahsin arkasinda duracak olursaniz cahillerle birlik olanin sonunu yasayacak ve onlar gibi olup hayatini mahvetmeyi, cehaleti uzerinize yapistirmayi tercih edeceksiniz, isteyeceksiniz..!

Bugun Ne Ogrendim?

AHMAKLIK DEFOSUDUR AKLIN!
CAHIL KUNYESINDEN TANINIR!

Not:
Sozum meclisten disari, Allah'i idrak edememis cahilleredir..