Thursday, August 31, 2006

Çay, Çay, Çay

İngiliz gıda uzmanları: Çay içmek sudan daha yararlı

Avrupa'da yayınlanan bir araştırma, günde 3-4 bardak çay içmek bol su içmeden daha yararlı olduğunu ortaya koydu.

Avrupa Klinik Besin Dergisi'nde yayınlanan araştırmaya göre, çay susuzluğa yol açmıyor. İngiliz gıda uzmanları, çayın su gibi susuzluğu giderdiğini ve ayrıca kalp krizine ve bazı kanserlere karşı vücudu koruğunu belirtti. Uzmanlar çayın içinde bulunan "flavonoids" adlı maddenin insan sağlığını koruyan etmen olduğunu düşünüyor.

Gıda uzmanı Dr. Carrie Ruxton ve Londra King College'den uzmanlar çay tüketiminin sağlık üzerine yaptığı etkiye ilişkin yapılan araştırmaları inceledi. Uzmanlar, günde 3-4 bardak çay içmenin kalp krizinin engellenmesine yardımcı olduğuna dair sağlam deliller buldu. Bazı araştırmalarda çay tüketiminin bazı kanserlere karşı vücudu koruduğu ancak bunun kesin olmadığı kaydedildi. Çay içmenin diş plağına engel olduğu ve kemikleri güçlendirdiği de belirlendi.

Zaman

(elimde kupam, cayimi yudumlarken boyle haberler okumak ne hos..) :)

STUDENT AND PROFESSOR

An atheist professor of philosophy speaks to his class on the problem science has with God, The Almighty. He asks one of
his new students to stand and.....

Prof: So you believe in God?
Student: Absolutely, sir.

Prof: Is God good?

Student: Sure.

Prof: Is God all-powerful?

Student : Yes.

Prof: My brother died of cancer even though he prayed to God to heal him. Most of us would attempt to help others who are ill. But God
didn't. How is this God good then? Hmm?

(Student is silent.)

Prof: You can't answer, can you? Let's start again, young fella. Is God good?

Student :Yes.

Prof: Is Satan good?

Student : No.

Prof: Where does Satan come from?

Student : From...God...

Prof: That's right. Tell me son, is there evil in this world?

Student : Yes.

Prof: Evil is everywhere, isn't it? And God did make everything.
Correct?

Student : Yes.

Prof: So who created evil?

(Student does not answer.)

Prof: Is there sickness? Hatred? Ugliness? All these terrible things exist in the world, don't they?

Student :Yes, sir.

Prof: So, who created them?

(Student has no answer.)

Prof: Science says you have 5 senses you use to identify and observe the world around you. Tell me, son...Have you ever seen God?

Student : No, sir.

Prof: Tell us if you have ever heard your God?

Student : No , sir.

Prof: Have you ever felt your God, tasted your God, smelled your God? Have you ever had any sensory perception of God for that matter?

Student : No, sir. I'm afraid I haven't.

Prof: Yet you still believe in Him?

Student : Yes.

Prof: According to empirical, testable, demonstrable protocol, science says your GOD doesn't exist. What do you say to that, son?

Student : Nothing. I only have my faith.

Prof: Yes. Faith. And that is the problem science has.

Student : Professor, is there such a thing as heat?

Prof: Yes.

Student : And is there such a thing as cold?

Prof: Yes.

Student : No sir. There isn't.

(The lecture theatre becomes very quiet with this turn of events.)

Student : Sir, you can have lots of heat, even more heat, superheat, mega heat, white heat, a little heat or no heat. But we don't have anything called cold. We can hit 458 degrees below zero which is no heat, but we can't go any further after that. There is no such thing as cold. Cold is only a word we use to describe the absence of heat. We cannot measure cold. Heat is energy. Cold is not the opposite of heat, sir, just the absence of it.

(There is pin-drop silence in the lecture theatre.)

Student : What about darkness, Professor? Is there such a thing as darkness?

Prof: Yes. What is night if there isn't darkness?

Student : You're wrong again, sir. Darkness is the absence of something. You can have low light, normal light, bright light, flashing light.... But if you have no light constantly, you have nothing and it's called darkness, isn't it? In reality, darkness isn't. If it were, you would be able to make darkness darker, wouldn't you?

Prof: So what is the point you are making, young man?

Student : Sir, my point is your philosophical premise is flawed.

Prof: Flawed? Can you explain how?

Student : Sir, you are working on the premise of duality. You argue
there is life and then there is death, a good God and a bad God. You are viewing the concept of God as something finite, something we can measure. Sir, science can't even explain a thought. It uses electricity and magnetism, but has never seen, much less fully understood either one. To view death as the opposite of life is to be ignorant of the fact that death cannot exist as a substantive thing. Death is not the opposite of life: just the absence of it. Now tell me, Professor. Do you teach your students that they evolved from a monkey?

Prof: If you are referring to the natural evolutionary process, yes, of course, I do.

Student : Have you ever observed evolution with your own eyes, sir?

(The Professor shakes his head with a smile, beginning to realize where the argument is going.)

Student : Since no one has ever observed the process of evolution at work and cannot even prove that this process is an on-going, are you not teaching your opinion, sir? Are you not a scientist but a preacher?

(The class is in uproar.)

Student : Is there anyone in the class who has ever seen the Professor's brain?

(The class breaks out into laughter.)

Student : Is there anyone here who has ever heard the Professor's brain, felt it, touched or smelled it?.....No one appears to have done so. So, according to the established rules of empirical, stable, demonstrable protocol, science says that you have no brain, sir.
With all due respect, sir, how do we then trust your lectures, sir?

(The room is silent. The professor stares at the student, his face unfathomable.)

Prof: I guess you'll have to take them on faith, son.

Student : That is it, sir.. The link between man & god is FAITH. That is all that keeps things moving & alive.

Wednesday, August 30, 2006

tercumanlik

- Dininiz nedir?
- Turkum!
- Evet, hangi dindensiniz? ornegin; musluman mi, hiristiyan mi, alevi mi?
- Turk oglu Turkum!
- Dininiz bu mu?
- Evet, Kibrisli Turkum!
- Musluman misiniz?
- Evet.

GENÇLİĞİM EYVAH!

Çocukluk yıllarımın patika yollarındaki paytak yürüyüşümü tamamlamıştım. Buraya kadar olan yolculuğumda büyüklerimin büyük yardımlarını görmüştüm. Ama artık yeni bir yolun başında bulunuyordum. Hayat yolculuğunun yeni bir safhasına adım atıyordum. Önümde taze bir baharın tatlı ve ılık bir iklimi vardı. Bu iklimde her şey taze, diri ve dinamikti. Nisan yağmurlarını toprağa indirdiği rahmet rayihaları ruhumun genzine yayılıyordu.

Gözlerim renklerin güzelliğine, kulaklarım seslerin duruluğuna mest olmuştu. Çocukluğun dar ve sıkıntılı kalıplarından kurtulmuştum. Kendime olan güvenim gittikçe artıyordu. Çocukken her sesten ürken titreyen yüreğim, şimdi cesaretle dolmuştu. Ne cin masalları, ne mezarlıklar, ne de karanlıklar beni korkutamıyor.
Büyüklerime olan saygım devam ediyordu ama, benim düşüncelerime ve hayat tarzıma da saygı duyulmasını istiyordum. Ben bir gençtim. Aklım, fikrim, bilgim ve düşüncelerim de genç ve tazeydi. Hayat yolunda kimseden yardım almadan yürüyebilirdim. Gençliğimin her ânını dolu dolu yaşamak, hayatın tadını çıkarmak istiyordum. Yürüdüğüm yollar, gezindiğim yerler renk renk güllerle doluydu. Sanki bir zafer tâkı altında yol alıyordum.

Gördüğüm her güle elini uzatıyor, her güzellikten istifade etmek istiyordum. Yeşil bahçelerin çiçekli yollarında yürürken, nisan yağmurlarının çukurlarda meydana getirdiği çamurla su birikintilerine aldırmıyordum. Deli dolu yaşama hırsıyla, kopardığım güllerin dikenli olabileceklerini hiç hesaba katmıyordum.
Bu güzel bahar mevsimi hiç bitmeyecekmiş gibi kaygısız ve sorumsuz bir şekilde yaşamak istiyordum. Ellerimde, kollarımda ve boynumda bulunan renkli ve süslü iplerle oynamaktan da zevk alıyordum.

Ne var ki bu tatlı ve zevkli yolculuk fazla uzun sürmedi. Bir müddet sonra dizlerimde bir takım ağrılar hissetmeye başladım. Galiba yoruluyordum. Bir ara sendeledim ve yolun kenarındaki çamurlu suya kapaklandım. Yüzüm gözüm çamur içinde kalmıştı. Ayağa kalkarken suda kendi aksimi gördüm. Yüzüm kan içindeydi. O zaman anladım ki, koparıp kokladığım güllerin dikenleri burnumu ve yüzümü kanatmıştı. Boynumdaki süslü iplerin bir ucunun nefsimin ve şeytanın elinde olduğunu anlamıştım. Az evvel beni çamurlu suya düşüren ipi onlar çekmişlerdi. Gitgide ılık ve güzel günler yerini serin ve kara bulutlarla kaplı bir havaya bırakıyordu. Sararan yaprakların hüzünlü hali ruhuma da aksetmişti. Kabına sığmayan deli yüreğim, sakinleşmeye, daha yavaş ve yorgun atmaya başlamıştı.

Adımlarım ağırlaşmıştı. “Ne oluyor bana?” diye haykırmak istedim. Fakat sesimi benden başka duyan olmamıştı. Önümdeki yola baktım, çiçeklerin solduğunu, yeşilliklerin kaybolduğunu gördüm. Düzlük sona ermiş, yokuşlu bir yol başlamıştı.

Yaş otuzbeş mi olmuştu ne. Yoksa yolun yarısına mı gelmiştim? İşte onu bilemiyordum. Fakat taşın sert olduğunu anlamıştım. Ruhumda bir panik başlamıştı. Geriye dönmek istedim. Fakat heyhat! Attığım her adımdan sonra arkamda kalın bir duvar örülüyordu. Geriye dönmek imkansızdı. Yola devam etmekten başka çarem yoktu. Daha ne kadar yol gideceğimi de bilmiyordum. Gittikçe yokuş dikleşiyor, yolculuk güçleşiyordu. İşte orada düşüncelerim hayalden başını kaldırdı. Hakikatin tavanına vurdu. “Gençliğim eyvah” diyen ruhumun feryadını işittim..

Abdil Yildirim

Tuesday, August 29, 2006

Son pismanlık fayda etmez

Hazret-i Ebûbekir, fırsatları bulutlara benzetir. “Fırsatlar bulutlar gibidir, çabuk geçer” der..

gelin ata binmis...



gelin icin suslenen at.

geleneksek koy dugunleri ne guzeldir. geleneksel dugun kiyafetleri, ceyiz hazirlanirken duyulan heyecan, konu komsunun yardimlasarak ceyizi sermesi, ceyizin sandik ile evden cikartilmasi, kucuk kina, buyuk kina, kazanlarla pisen pilavlar, dugun icin hazirlanan yufkalar, davetiye yerine koy ahalisini davet icin kapi kapi dolasarak verilen corekler, koy meydaninda erkekleri oynarken seyreden kadinlar.. daha neler neler.. bir baskadir koyumun dugunleri..



gelin baba evinden cikartilirken cati ve balkonlardan torba torba sekerler atilir..tekbir getirilerek dualar esliginde biner gelin ata..once turbe ziyareti yapilir.



at uzerindeki geline toplu bir sekilde koy gezdirilir..



dugun pilavi topluca kasiklanir..

Sunday, August 27, 2006

ozgurluk..



Vapurdan simit atarak yakinlastirdigimiz sevgili martilar..

Thursday, August 24, 2006

Gunesten korunuyoruz zaten.....

"Heryerinizi kapatiyorsunuz, gunes gormeyen vucudunuz vitamin D'den mahrum kaliyor" sozlerini hemen hemen her tesetturlu bayan duyabilir.. Sahsen ben cok kez bu soru ile muhatap oldum.

Insani muhtesem bir sekilde yaratan Rabbim gunesin vucuda olan faydasini dusunmemis midir? Vucudu ona gore tasarlamamis midir? Bir taraftan ortunmeyi farz kilarken ote yandan kemiklere faydali olan gunes isinlarindan kadinlar mahrum kalmiyor. Arastirmalara gore el ve yuzun koruyucu surmeden haftada iki kez 10-15 dk gunes gorerek vucudun ihtiyaci olan vitamin D sentezinin karsilandigini acikliyor. Hatta sadece yanaklarin gunes gormesi kafi..

Demek ki vucudun vitamin D ihtiyacini karsilamak icin gunes altinda ciril ciplak soyunup yatmaya hic gerek yokmus. Dikkat edilmediginde fayda yerine zarari gorulebilir. Ne guzel bir dinimiz var. Her emirde bir hikmet var.. Ayrica uzmanlar evde bulunan lamba isinlari bile D vitaminini ve kalsiyum emilimini sagladigini soyluyor.. Yaratici kullarina sadece zararlari olanlari yasak etmis. Arastirmacilar halen neden uyudugumuzu, bebeklerin 3 aya kadar neye ve neden gulduklerini arastira dursun kuran-i kerimde her sorunun cevabini bulmak mumkun..

Elhamdulillah..

tatilde yediklerim :)

Tahin'in "Gezdigin yerleri, gordugun guzellikleri bosver yedigin ictiginden haber ver" dedigini duyar gibi oluyorum:P



Bizim koyde her mahallede bir firin bulunur. Kadinlar ekmek pisirmek istediginde once gun belirler. Liste sirasina gore hazirlik yapilir. Koyde ekmek pisirmek cok azhmetli bir is. Butun gun ayriliyor, hamur yogurulup 1 haftalik ekmek pisiriliyor. Koylulerin zahmetli ugraslarini gordukce hep sukrediyorum cunku bizler cok rahat icerisinde yasiyoruz..Neyse mancarli coregi cok sevdigim icin annemin akrabalari firindan gun alip tekne ve gorulen kaplarda hamurlari hazirlayip bizi davet ettiler. Corekleri taze taze pistikce erik suyu ile yedik..

Istanbul'da iken haftasonu icin arkadasimin annesinin yasadigi Tayakadin koyune gittik . Sabah kahvaltisinda teyzemiz, erkenden kalkip esi ile patatesli ve peynirli gozlemeler hazirladi.. teyze coluk cocuk, torun sahibi oldukca yasli birisi. ilk gun terasta cay icerken benim psikoloji okudugumu ogrendi. kizindan bunu duyar duymaz "hmm demek dr olacaksin yavrum, benim seninle konusmam gereken bir mesele var, hic kimse gelmesin odaya cok ozel goruseceklerim. gizli kalmali" dedi. bunu duyduguma cok sasirdim cunku koy yerinde onun yasindaki bayanlar psikolojinin ne oldugunu bilmezler.. ayrica ozel ve gizli gorusulmesi gerektigini belirtmesi beni sasirtti. teyzemizin masallahi vardi..:)

Buda sac kebabimiz. sivi yag, tereyagi, et, sebze asama asama eklendi. icerisine sevgi katildi dolayisiyla yemegimiz cok lezzetli oldu :)


Yemegimizin son hali.. koskoca tavayi tertemiz yapana kadar sunnetledik.

Bahcede yetisen sebzelerden yapilan tursular..


Semaverimiz 2 gun boyunca hic bos kalmadi, mis gibi havada cay icmeye doyamadik. Bahcede bulunan ceviz agaclarindan topladigimiz yesil taze cevizleri zar zor kirip yedik. 2 hafta gecmesine ragmen ellerim hala kinali:) bogurtlen, misir ve diger yediklerimi simdilik es geciyorum.. tahin daha fazla dayanamaz bu iskenceye eminim:P

Rabbim kimseyi aclikla terbiye etmesin.. Verdigi nimetlere ne kadar sukretsek azdir..

Wednesday, August 23, 2006

Deniz ve Cocuk


Fotograf Ekinlik adasindan, Marmara burnu..
Arkadasimin 3 yasinda dunya tatlisi oglu var. Bir gun plajda 5 sularinda annesinden biskuvi istedi. Ilk once yanimda oturarak yedi. Sonra ayaga kalkip denize dogru yurudu. Cocuklari cok sevdigim icin her hareketlerini takip etmeye calisirim. Kucuk bey biskuvisini deniz suyuna daldirip daldirip yemeye basladi :) 3 yasinda bir cocuk deniz ile bir bardak cay arasinda nasil bir baglanti kurdu acaba ? :)